yazarlar-çizerler-çekerler

Patlagaç arama kutusu

25 Ekim 2011 Salı

EN SON DAKİKA!!! (PATAK)




Merhaba arkadaşlar, an itibariyle çarpıcı, sıra dışı, vurucu, yıkıcı, ezici, geçici (kafiyeli oldu ama geçen bir şey yok ne yazık ki) bir durumla karşı karşıyayız. Halk arasında paniğe yol açmamak için her kanalda her yayında vermiyoruz haberi, o yüzden az sonra söyleyeceklerimi google’a yazmayın çünkü bir şey bulamazsınız.
Pekala sizleri daha fazla meraklandırmadan veriyorum haberi. Dün (sanırım) gece saat 03.48’de zaman aniden durdu! Yani şöyle açıklamak gerekirse, matematiksel olarak, dünyanın geoit şeklinden dolayı!!...  Yani zaman durdu arkadaşlar, bu kadar basit, şu an saat hala 03.48. Aslında tam zaman durduğu anda tüm saatler durmuş olsaydı, olaya bir renk gelir film tadında bir şeyler yaşayabilirdik ama biliyorsunuz Duracell uzun ömürlü pildir, normal karbonlu piller sürekli çalışınca zayıflar, ama Duracell  alkalin pil dayanır dayanır dayanır… Duracell farklı pil, normal pillere benzemez kolay tükenmez. Mesela bizim mahallede tüm ayıcıklar (ayıcık: oyuncak ayı nedense) koşuya çıkıyor, bizimki hep birinci geliyor. Neden? Çünkü biz ona duracell takıyoruz, o reklamlarda gördüğünüz mutlu ayıcık bizim. Neyse konuyu dağıtmayalım.
Evet arkadaşlar, zamanın durması nedeniyle, devletin zirvesinde gizli bir kriz masası oluşturuldu. Saat 03.48’de başlayan toplantı, 03.48’de biterek gelmiş geçmiş en kısa toplantı olarak tarihe geçti. Devletin zirvesinde durum böyleyken halk zaman geçtikçe (alışkanlık işte) anormal bir şeyler olduğunu fark etmeye başladı. Örneğin zaman durduğu anda mutlu olanlar (ki gecenin o saatinde epey mutlu insan vardır) hala mutlu oldukları için bir hayli tedirginler. Mutsuz olanlar ise sorunları, dertleri zamana bırakamadıkları için ne yapacaklarını bilemiyorlar. Elit tayfa arasında ise, zamanın artık her şeyin ilacı olmadığı tartışılıyor, aydın kesim  ‘zamanla her şey hallolur’un ‘zamanla hiçbir şey hallolmaz’la yer değiştirmesi gerektiği öneriyor ve gelenekçi kesim buna şiddetle karşı çıkıyor, nitekim tartışmalar hızla devam etmekte. Kalabalıklar arasından (otobüsler, metrolar, mağazalar vs) memnuniyetsiz uğultular yükselmeye başladı, insanlar devletin şimdiye dek bir açıklama yapmamış olmasında şikayetçi. Bu arada ‘şimdi’ kelimesi anlamını yitirmiş durumda, seni hiç unutmayacağız ‘şimdi’, hoşça kal. Unutmayacağız demişken, zaman geçmediğine göre yaşanan kötü olaylar da unutulmayacak haliyle. Bu kötü oldu işte ya, daha dün 03.48’de (!!) unutulacaklar listesi yapmıştım, senide listenin başına yazmıştım, ama olmadı yar, seni unutamıyorum!!! Bence İsmail YK’dan daha iyi yazdım. O değilde unutulacaklar için hatırlatma listesi yapmış olmam beni düşüncelere gark etmedi değil. Aaa! Bunun içinde güzel bir beste yapılabilir; seni unutmak çok kolay, hatırlat bir ara unutayım, bence bu küçük bir olay, hemen yenilerine kırıtayım!!! Valla bence nefis oldu, Demet Akalın söyler bunu bence. Hemen konumuza dönüyorum.

Zamanın durması birçok soru işaretini beraberinde getirse de bazı güzel olaylara da gebe gibi görünüyor arkadaşlar, örneğin artık hiç kimse yaşlanmayacak ve güzelliğiyle adeta yıllara meydan okuyan ünlü sayımızda ciddi bir artış görülecek. Ödenmesi gereken taksitlerin günleri hiçbir zaman gelmeyecek ve kredi kartıyla sınırsız alış veriş yapılabilecek. Artık randevulara geç kalmak veya erken gitmek söz konusu olmayacağından, kadınlar saçlarını istedikleri kadar düzleştirebilecek. Tüm bunların yanı sıra, zaman 03.48’de durduğu için artık bütün haberler “son dakika haberi” olacak ve hepsi aynı dakikaya ait olup, aynı dakika içerisinde de basına yansıyacağından halk her şeyden anında haberdar olacak. Evet arkadaşlar bir dahaki “en son dakika haberi” bülteninde görüşmek ümidiyle, haberin merkezinde kalın, bizi izleyin haberiniz olsun, gerçek ve tarafsız haber için bizi izleyin… 



PATAK - ŞUBAT 2012

-------------------------------------------------------




LAKTOZ (PATAK)


Bu sabah uyandığımda karnım ağrıyordu. Küçüklüğümden beri ara sıra olur böyle. Ne doktorlara götürdüler annemle babam, anlatamam. Geceleri çığlıklar atarak uyanırdım, babam apar topar hastaneye götürürdü. Birkaç tahlil yapılırdı ve hiçbir şey çıkmazdı. İsmini şimdi hatırlamıyorum, kabı sarı renkte olan bir ilacım vardı, onu alınca geçerdi ya da bana öyle gelirdi. İsmini ezberleyemedim hiç, bu yüzden ben ona “sarı hapım” derdim. Hadi ben çocuğum, bu durum normal karşılanabilir de annem o ilaca, “Patak’ın sarı hapı” derdi. On, on bir yaşlarına kadar kullandım o hapı.

Küçükken süt içmekten nefret ederdim. Bebekliğimde anne sütü bile almamışım. Şimdi yirmi yaşındayım hala süt içemiyorum. Tamam! Yirmi iki yaşındayım hala süt içemiyorum. Ablam ve kardeşim kendi rızalarıyla bardak bardak süt içerken, ben babamın baskısı altında iki yudum sütü içemezdim. Gözlerim dolar, soluğu tuvalette alırdım.

Süt içmekle karın ağrım arasındaki bağlantıyı fark etmem çok uzun sürmedi. Fakat süt tartışılmaz en yararlı besin olduğunu için ebeveynime bu durum inandırıcı gelmedi, ancak ağrılarım karşısında endişe duyuyorlar bir an önce çaresinin bulunmasını istiyorlardı. Devlet hastanelerinden umudunu kesen babam, beni özel bir hastaneye götürmeye karar verdi. Oraya çok para vereceğimizden kesin neyim varsa bulacaklardı.

Her yerime baktılar hastanede uzay filmlerini anımsatan makinelerin içine girip çıktım. Her şey bittikten sonra, ‘Bekleyin, birkaç saat sonra sonuçlar çıkar.’ dediler. Babam beni köfte yemeye götürdü, hasta yavrusunun yüzünü güldürmek istiyordu anlaşılan. Kola bile almıştı bana. Nihayet sonuç açıklama saati geldi ve babamla doktorun odasına girdik. Hastayım ya naz yapmayı da elden bırakmıyordum. Doktor, bütün sonuçlarımın normal olduğunu, ağrımın sebebinin fizyolojik değil psikolojik olduğunu söyledi. Anlamamıştım. O zamanlar bir insanın psikolojisinin bozulması ve antidepresan ilaç kullanması şimdiki kadar moda değildi. Babam yüzüme baktı, ifadesinden ölüp ölmeyeceğimi çıkaramamıştım. Evin yolunu tuttuğumuzda babam saçlarımı okşadı, ‘hiçbir şeyin yokmuş’ dedi. Eve döndüğümüzde merakla bekleyen anneme, ‘Kızımızın bir şeyi yokmuş annesi, dikkat çekmek için kandırıyormuş bizi.’ dedi. Bunun üzerine annem bana sarılıp, ‘Niye yalan söylüyorsun kızım, bize yazık değil mi? Ne kadar üzüldük senin yüzünden.’ dedi. Orada psikolojik olarak öldüm.

O günden sonra “sarı hapım”ı almadılar. Babam süt içmem için de zorlamıyordu, yalancı bir çocuk bunu hak etmiyordu çünkü. Karnım ağrıdığı zaman annem, ‘Anneannen ovsun da geçer.’ diyordu. Anneannem ovuyordu, sahiden de geçiyordu karın ağrım, çünkü ovarken anneannemin parmakları karnımı delip sırtımdan çıkacak gibi oluyordu. Hissettiğim ağrıların acıların adını koyamıyordum o saatten sonra, çünkü çocuktum.

Yıllar geçti, artık üniversitede okumaya başlamıştım. Üniversitenin ikinci yılındaydım, “Anne Çocuk Beslenmesi” adı altında bir ders alıyordum. Uzun boylu, sarışın ve dolgun bir hatundu hocamız. Bu yüzden derse ilgim yoktu. Arka sıralarda uyuklarken hocanın o cümlesini çok net duyduğumu hatırlıyorum, ‘Laktozsuz süt üretildi arkadaşlar, artık marketlerde satılıyor. Eğer laktoza alerjisi olanlar varsa bu sütü içebilir.’ Laktoz, sütte bulunan ve sütün buharlaşmasıyla kristal halde toplanan bir disakkaritmiş. Yani süt şekeri. Laktoz, inek sütünde bulunan bir şeker türüymüş ve bağırsaklarda üretilen laktaz adlı bir enzim tarafından sindirilirmiş. Bazı kişilerde bu enzim eksikmiş (bende). Laktaz eksikliği olanlar süt içtiklerinde gaz, şişkinlik, ishal gibi sorunlar yaşarmış. Gözüm dönmüştü, hemen ayağa fırladım ve süt yüzünden neler çektiğimi anlattım hocaya. Hatun beni ne muayene etti, ne benden para aldı, ne de benim psikolojimle ilgilendi. ‘Laktozdandır, içebilirsin artık ağrımaz karnın.’ dedi.

Sonunda bilimsel olarak kanıt bulmuştum, ben yalancı değildim, ama maalesef artık psikolojim bozuk.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder