yazarlar-çizerler-çekerler

Patlagaç arama kutusu

25 Ekim 2011 Salı

KÜRESEL ISINMA (PATAK)


Son elli yılın en sıcak havalarıydı, uzmanlar öyle diyordu. İsviçreli bilim adamlarının bile çaresiz olduğu günlerden biriydi.

Akşam saatlerinde çıktık dışarı, ablamla. Amacımız, gazete almaktı. (Yaftalanmamak için gazetenin adını vermiyorum.) Memleketimizin tepe noktasındaki gazeteciye uzaklığımız, aheste aheste yürüyerek yedi dakika, hızlı hızlı yürüyerek dört dakikalık bir mesafedir. O anki ruh halimiz, ‘Geç olsunda güç olmasın’dı.

Bir taraftan yürüyor bir taraftan da fısır fısır bir şeyler konuşuyorduk. Birden “PAAT!” diye bir ses duyduk, ‘Aayyh!’ diye irkildik. Biz patlangaç sandık fakat değilmiş. Neyse ki anlamamız uzun sürmedi ve iki üç metre ilerimizde ki elektrik direğinin tepesinden bir güvercin yere çakılıverdi. Hemen ardından iki yüz üç yüz metre gerimizdeki belediye binasından ‘Bibiiip!’ sesi duyuldu. (Memleketimizde elektrik kesildiğinde belediye binasının jeneratörü bu sesi çıkarır.) Evet, güvercini elektrik çarptı ve elektrik kesildi. Üzüldük ama yolumuza devam ettik, gazetemizi aldık. Eve dönerken de aynı güzergâhı kullandık. Güvercinin can verdiği yerde durduk. Ama ölü bedenin yerinde yalnızca tek bir tüyü vardı. Mahallenin afacanları alıp götürmüştür diye düşündük. O tüyü alıp hatıra olarak saklamaya karar verdik ve hemen oradan uzaklaştık. Üç dakika sonra evdeydik.

*
Akşam olmuştu, her şey normale dönmüş gibi görünüyordu. Kısa bir süre sonra elektrikler geldi. Biraz keyiflenmek için ablam ve küçük kardeşimle (küçüklüğü tartışılır) film izlemeye karar verdik. O anda fark ettik televizyonun üzerinde duran yaratığı: El kadardı, sarımtırak bir renkteydi ve gözleri kocamandı. Ablam; ‘Anaa! Yusufçuk bu.’ dedi. O güne kadar kızların boynundaki kolyelerden tanırdım onu. Küçük kardeşim, çığlık atmaya başladı, eline geçen her şeyi kendine siper yaptı, yetmedi ağladı ağladı… Ablam ve ben soğukkanlılığımızdan taviz vermeden; ‘Babaaa’ diye bağırdık. Babam geldi; ‘Aaa, Peygamber böceği’ dedi. (Daha sonra araştırdım bu böcekler birbirine benziyormuş ve bizim televizyonun üzerindeki Peygamber böceğiymiş.) Ama benim için fark etmezdi, bu şey babamın oğlu da olsa bir an önce buradan gitmeliydi. Peygamberle ilgili bir şey olduğu için onu öldürmeden göndermeliydik. Babam bir gazete parçasıyla onu usulca yakalayıp, pencereden dışarı bıraktı. (Bu sırada küçük kardeşim hala ağlıyordu) Ablam ve ben bu ilginç yaratıktan kurtulmamızı sağlayan gazete parçasını hatıra olarak saklamaya karar verdik.

*** 

Küçük kardeşimle biraz dalga geçtikten sonra normal hayatımıza döndük, film izleyip kola içtik… Daha sonra bir şeyler atıştırmak için mutfağa geçtik. Hava çok sıcak olduğundan pencereyi açmaya yeltendim ve bir de ne görelim! Kocaman bir karafatma pencerenin önünde öylece duruyordu. Elime bir terlik alıp onu hemen öldürdüm. Ablamla sinirlerimiz bozuldu, ne terliği ne de karafatmanın kopan ince bacaklarını saklamaya karar verdik. Hatta bu olayı hiç konuşmadık, birbirimize iyi geceler dileyip odalarımıza kapandık.

***
Dünyanın doğası bozuluyor gitgide. O gün yaşadıklarımız bunun göstergesidir. Bir şeyleri düzeltmek için geç kaldık, ama daha kötü olamaması da elimizde. Küremizi kurtarmalıyız, değil mi?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder