yazarlar-çizerler-çekerler

Patlagaç arama kutusu

Patırtı

DERİN BİR NEFES
İSTER KABUL EDİN İSTER ETMEYİN AMA HEPMİZ BİRAZ YAZARIZ ASLINDA. HİÇ YOKTAN YAŞAMIMIZDA KAĞIDA DÖKÜLMEYE DEĞER BİR CÜMLE DE VARDIR, AMA ÇOĞUMUZ NEREDEN BAŞLAYACAĞINI BİLEMEZ. BU YÜZDENDİR Kİ ÇOĞU YAZI BİR SÖYLEYİŞTE BÜTÜN GEÇMİŞİ DİLİMİZE GETİREN O “Nereden başlayacağımı bilmiyorum.” CÜMLESİYLE BAŞLAR VE SONUÇ OLARAK ASLINA BAKARSAK YAZIYA BAŞLANAMAMIŞ OLUR. 

ŞİMDİ OKUYACAĞINIZ ÖYKÜ BU BAHSETTİKLERİMDEN FARKLI. BU ÖYKÜ, CANSU GİBİ BAŞLANGICI BULANLARIN VE SEVGİLİ PATLANGAÇ ÜYELERİNİN ÖYKÜSÜ. 



Burnunun ucuna kadar çektiği atkıya soluyor, düşmek üzere olan gözlüğünün camları buharlandıkça arkadaşlarının bir bulanık bir net olmasından çocukça bir zevk alıyordu. Yağmurdan ve soğuktan dolayı kantine yığılmış öğrencilerin aşırı neşesini anlayamıyor, bugün onu saran bu keyifsizliğe o da sarılıyordu. Gözlüğünü parmak ucuyla geriye yerleştirip, atkıya iyice gömüldü. Şimdi gördükleri daha çok bulanıyor, onu soludukça bulunduğu mekanın, zamanın dışına götürüyordu. Cansu da koşarcasına, kaçarcasına soluyordu oraya derin derin… Derin derin…

“Derin bi’nefes aall, hadi bakalım. Biir iiki üüçç!!”
“Püüfff…” bugünü sık sık hatırlayıp çok mutlu olacağı yanılgısına düştüğünü o mumları üflerken annesi ağladığında fark etmişti. Annenin gözlerinde tanıdık bir keder yüzüyordu. Belli ki, komşularının –kızı kendini “eksik” hissetmesin diye- doktorun tavsiyesi, kendisinin ısrarı üzerine gelmelerine içerlemişti. Küçük kızın delici bakışlarıyla kederini mendile akıta akıta ayrıldı oradan.

“İyi ki doğdun Cansu!” “…yazık, evet.” “Yaa yaa, e kırkından sonra doğurdu.” “Pek aklı yetmiyor ya şimdi, …” sözlerinin yanı sıra gelmeyen komşulara sitemler, televizyonda ekonomik boy deterjanı öven öneren tok ses ve şapur şupur şişman teyze öpücükleri eşliğinde hediyesini aldı. Yağmurdan korkan bir çocuk için tabiî ki en uygun hediyeydi şemsiye. Komşu teyzeler bunu teker teker, hep bir ağızdan, bastırıp kıra döke defalarca söylediler. Bu donuk renkli, yaşlı işi, büyük hediyeyi açtırmak için yan odada birkaç komşu ve keskin tütün kolonyasıyla sakinleşmeye çalışan annesinin yanına gittiğinde anne, sigara içiyordu. Gözleri halka halka, sarıldı kızına. “Okula başlayınca da açarsın böyle şemsiyeyi, bak kocaman. Hiç korkmazsın, değil mi kızım? Akıllı kızım…” deyip göğsüne bastırdıkça Cansu bir anda mekanın, zamanın dışına çıktı sanki. Kurtuldu annesinden, “Yok!!” diye olan sesiyle haykırdı. “Gitmem, gönderme, yooOkKK!!” Kendini yere atıp tepinmeye başlamıştı. Şişman komşu teyzeler elini kolunu zapdetmeye çalışıyor, az önce annede işe yarayan kolonyayı, kızın boynuna ve kollarına boşaltıyorlardı. Cansu gürültü ve hıçkırıklarının arasına sıkıştırdığı hecelerini duyurmaya çalışıyordu. “ AmaSAöyleKATolurDİYEmu güzelCEKkızımLERderin derin nefes alDALGAbakalımGEkimseÇEseninleCEKLER!dalga geçemez. Derin derin nefes alSAKAT DİYEderin derin..”

“Derin derin nefes al Cansu. Sen güçlü bir kızsın yapma böyle.” “Kendine geldi mi?” Ilık ılık, tane tane yüzüne dokunan şey yağmurdu. Çırpınan kollarını, bacaklarını rahat bıraktı ıslaklığı hissetti. Sağ elini açtı, sol elini de açıyormuş gibi hayal etti. Gevşiyordu… Küçüldü şişman teyzeler, bulanıklaştı annesi pastalar buharlandı. Orada unuttu Cansu o günü. Orada ona yardım eden ellere o da sarıldı olan eliyle. Ve ayıldığında yaşamın yeni yüzü için derin derin nefes aldı.


PATIRTI-Ağustos 2010
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
ZAMANIN RESMİ

Tik, tak… Tik, tak… Çoktan beri hiç bu kadar geri getirmek istememiştim zamanı. Bu, artık bir şeyler yolunda gitmiyor demektir.



Sıraların arasında dolanarak silgilerimizi toplarken ‘’Silme olmaz resimde. Bir zamanı, bir de çizgileri geri getiremeyiz.’’ Demişti. Ve bir yandan da doldururdu avcuna öz güvenlerimizi, lise yıllarımın uçlarında kızıl çeşnili saçları, yüksek topuklu, güzel resim öğretmenim. Böyle lafları gençliğinin ak ve sınıftaki gürültüyü biraz olsun dindirmek için yaptığını biliyordum. Ben, diğerlerinden farklıydım. Sessizdim, sessizliği severdim. Yine de ona karşı nedenini anlayamadığım bir çekingenlik sergilerdim. Aslında biliyordum, bildiğini. Aklımdaki gürültüleri okuduğunu biliyordum. Arkamdan ağır bir tak tak ritimiyle topuk sesleri yükseldikçe –anlardım ki yaklaşıyor- daha korkak çizmeye başlardım.

            ***

Atölyeme gittim. Tüm malzemelerim, renklerim, bütün hayallerim buradaydı. Bıraktığım halde, öylece beni bekliyorlardı. Bense kimseyi beklemiyordum artık. Beklediğim, fakat gelmeyenleri çizerek mutluluğu arıyordum sadece.

 Etrafta bir göz gezdirdim. Duvardaki koca saatten başka her şey varlığının ayrımında değil gibiydi sanki. İçime hapsedercesine boya kokusunu çektim derin derin… Ve bir boya aldım elime. Tik, tak… Tik, tak… Yalnızlığımı çizdim önce, o da bir şeyler bekliyordu. Sonra bir nehir: taşkın ve bol tuzlu… tik taklar acımasızca kulağıma vururken ben, bütün bekleyişlerimi, özgüvenimi, cesaretimi attım avuç avuç umutsuzluğun kızılına. Taştı nehir, ellerime kadar sıçradı. Karıştı renkli atıklar birbirine, kapılıp gittiler…

            ***

            ‘’Resme baktığınızda insan çizdiğiniz anlaşılıyorsa, resim yapabiliyorsunuz demektir.’’ Tak taklar tahta zeminle hemen arkamda bir yerlerde çarpışıyor olmalıydı. Tak, tak… ses yükselmeye başladı. Anlamıştım, yaklaşıyordu. Terliyordum. Çizmeyi bıraktım, başka bir şeyler yapmak adına çakımla kalemin ucunu sivriltmeye başladım. ‘’İyi bak.’’ Dedi. ‘’iyi bak ki, hata yapma.’’ Kafamı bile kaldıramıyordum. Çakı, küçük kırmızı bir havuza dönen avuçlarımda kayarak dönüşler yapıyordu. Kulağıma kadar eğildi, boya kokuyordu. ‘’İyi bak!’’ İçime çektim derin derin… Gözlerimi kapadım, dişlerim sımsıkı. Avcumu kilitledim adeta. Olduğu yerde topuğunu tahta zemine vurmaya başladı. Tak, tak… tak, tak…

            ***

 Sonra bir bir çiçeklendi nehrin kıyısı. Birini koparıp kokladım, bütün çiçekler soldu. Ben de her adımda attım yaprak yaprak nehre… Tik taklar kulaklarımı ağrıtıyorlardı. Yürüdükçe sesler yükseliyordu. Anladım ki yaklaşıyordum. Ama yolun sonu uçurumdu. Kıyıda tik taklar, kıvrak figürler sergileyerek dans ediyordu. Etekleri kızıl çeşnili bir elbise giymişti.. Attığı her adımda, ince bileklerinden ayaklarına kızıl damlalar akıtarak izler bırakıyordu. Yaklaştı, etrafımda dolandı. Dokundum, kanlar fışkırdı. Ellerime kadar sıçradı. Yükseldi, süzüldü boşlukta. Eteklerinden kızıl yağmurlar yağdırdı. Yer kızıl, gök kızıl, uçuruma doğru giderek dans ediyorduk. İnceydi beli, yüksekti ökçeleri. Ayartıyordu beni ayarı bozuk tik taklar. Geri çeviremediğim gibi adımlarımla, duruşumla mükemmel bir uyum sağlamıştım. Yokluğuma doğru giden bu ölümcül ritme boyun eğiyordum.

            ***

Başım öne eğik; gözlerim tıkırdayan küçük ayaklarına takılıp kalmış. Kıvrıldı ince beli, eğildi. Elime dokununca kanlar fışkırdı. Çiçekli bir mendil verdi. Bastım yarama, mendilin bütün çiçekleri soldu. O savurdu saçlarını, koridorda akıp giden insan nehrine karıştı. Sonra tüm nehir kızıla boyandı, taştı. Ellerime kadar sıçradı. Çiçekler, yaprak yaprak döküldü. Yer kızıl, gök kızıl oldu damla damla… Şıp, şıp…

            ***

O kadar uzun süredir dans ediyorduk ki kendimi kaybetmişim. Sonumdan habersiz, mutlulukla dans dönüyordum. Ama artık benim ayaklarımın altından da kan aktığını gördüğümde canımın acıdığını ve yorulduğumu da fark ettim. Ne zaman başladığını bile bilmediğim müzik de o anda durdu. Ama biz durmuyorduk, o susmuyordu. Tik, tak… Tik, tak… Dayanamadım. Gözlerimi kapadım, ağzım sımsıkı. Ellerim kulaklarımda, atladım aşağı.

            ***

Ve işte o! Bembeyaz çiçeklerin arasından bakıyordu bana. Yaklaştım, döndüm etrafında. Dokundu ya, yüreğimden kanlar fışkırıverdi. Bir resim gibiydi saçları, canlanıp yaralarımı sardılar. Tanelenip düştüm toprağa. Yeşerdim çevresinde, çiçeklendim. Dolandım her bir telinin kızıl kıvrımına.

Ses yok. Huzurluyum.

PATIRTI- Şubat 2008