yazarlar-çizerler-çekerler

Patlagaç arama kutusu

25 Ekim 2011 Salı

BEYZBOL


Islattım saçlarımı, başka türlü dolaşıklar açılmıyor. Taradım bir güzel ve her zamanki saatte parkın yolunu tuttum. 

Dünya'nın merkezinden epey uzakta olan şehrimizin merkezinden bile uzakta olan mahallemizin tek ve değerli parkı, yine cıvıl cıvıl görünüyordu. Salıncaklar ve dönme dolap hareketliydi. Yaklaşınca gördüm, evet ordadaydı; Burak. Üzerinde 'sport' yazan şapkası, kareli kaprisi, civcivli tişörtü ile dikkat çeken tek çocuk oydu. İlk okul yıllarımızdı, zaten yetişkinlik dönemimde bu tipten etkilenmem olanaksızdır. 

O da beni farketti ve gülümseyerek yanıma geldi; "Günaydın, nasılsın?" dedi. Daha önceleri hiçbir arkadaşım bana 'nasılsın?' diye sormamıştı. Burak televizyondan fırlamış gibi konuşuyordu. Onunla tanışalı on beş yirmi gün oluyordu. Biz oyun oynamaz sohbet ederdik, o olgun bir erkekti, doğrusu bir kadına nasıl davranması gerektiğini biliyordu. Bana bilmediğim şeylerden bahsediyor, ufkumu açıyordu. İzmir'de yaşıyorlarmış, buraya yaz tatili için gelmişler. Burak'ın en büyük tutkusu ise 'beyzbol' oynamakmış, bazen bana beyzbol oynarken dikkat etmem gereken noktaları anlatırdı. Gerçi bu bilgileri değerlendirebileceğim fırsatım hiç olmadı. 

Okulların açılmasına az bir zaman kala, içimde bir hüzünle şimdiden seneyeki yaz tatilinin hayalini kuruyordum. Ve ayrılık günü geldiğinde, hayatımda ki ilk tokalaşmada gerçekleşmiş oldu. Burak elimi sıktı, 'hoşça kal, seneye görüşürüz' dedi ve gitti. "Gidene dur diyemem, giden gider zaten" dizelerini Doğuş o zamanlar seslendirseydi, hislerime tercüman olabilirdi. 

Günler geçerken sevgili babam, ablam ve beni evimizden biraz uzakta, servisle gidip gelebileceğimiz bir okula nakil aldıracağını söyledi, eğitim şartları daha iyi olan bir okula. O zamanlar eğitim şartlarının daha iyi olmasını, derslerin daha uzun süreceği şeklinde algılamıştım, hoşlanmamıştım ama mecburen kabul ettim.

Okulun ilk günü, tören başlamadan gitmiştik, babam bize okulu gezdiriyordu. Çok güzel ve farklı bir okuldu, hatta şu ana dek gördüğüm en farklı okuldu diyebilirim. Bir taraftan dolaşıyoruz, bir taraftan da babam öğütler veriyordu; 'dersi derste dinleyin, ders esnasında sıra arkadaşınızla küsün, soru sorarsa cevap vermeyin, bana okumuyorsunuz kendinize okuyorsunuz, sizin hedefleriniz var, beklenen gün gelecekse çekilen çile kutsaldır, iyi bir eğitim almanız için elimden geleni yaparım, ama bilgileri beyninizi ikiye ayırıp içine sokamam, bu sizin göreviniz.' Ürkerek dinliyoruz tabi, herşey tamam da derste arkadaşıma niye küsüyorum baba, allah aşkına saçmalama diyemedik tabi. Daha sonra sınıf seçmeye geldi sıra, babam bana; "erkek öğretmen mi istiyorsun, bayan öğretmen mi?" diye sordu. O zamanlar bayan öğretmenlerin çok dayak attığı gibi bir söylenti dolanırdı, bende cevabımı bilgece bildirdim; "kadın öğretmen beni döver, erkek öğretmen istiyorum."  İşin garibi babam tek yorum yapmadan kabul etti, kızım salak mısın ne alakası var gibi bir şey demedi. Detaylarıda hallettikten sonra tören için sıraya girdim.

Bütün yüzler yabancıydı, hızla tarıyordum, adeta tanıdık bir yüz aracasına. Aaa! O da ne? Burak... Evet ta kendisiydi. Derken o da beni farketti, farketmesiyle kırmızı biber gibi acı acı kızarması bir oldu ve aniden gözden kayboldu. İzmir'de yaşamadıklarını, beyzbol falan oynamadığını, yalan söylediğini öğrenmem uzun sürmedi. Onun korkulu rüyası olmuştum, her karşılaşmamızda hızla kaçıyordu, hiçbir zaman konuşmadık. Geçenlerde yıllar sonra otobüste karşılaştık kendisiyle, beni tanıdı ve aynı şekilde acı acı kızardı, hemen kafasını çevirdi.

Sevgili Burak; eğer bu yazıyı okuma şansın varsa bir gün, şunu bilmeni isterim ki; Önemli değil! Zaten İzmir'den bizim oraya tatile gelmiş olmanız çok saçma olurdu. Kendine iyi bak, olur öyle, öptüm bay bay.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder