yazarlar-çizerler-çekerler

Patlagaç arama kutusu

27 Şubat 2011 Pazar

GÜNLÜK 1





Sevgili Günlük;

Öncelikle iyi olmanı niyaz ederim ve ben bu, günlük tutma olayını biraz sulandırıyorum bunun için peşinen özür dilerim.

Bugün diğer günlerin aynısıydı ancak, daha ilk günden sana, 'Bugün diğer günlerin aynısıydı, çok sıradandı...' demek olmayacağı için, gün içerisinde neler yaptım ettim bir bir anlatacağım.

Sabah saat 7'de telefonumun alarmı çaldı. On dakika erteledim, bu sürenin on dakika olması benim fikrim değildi. Ben sadece 'durdur' ve 'ertele' arasındaki o saliselik savaşta 'ertele'yi seçtim, telefonumda bana 'Alarm 10 dakika ertelendi' geribildirimini verdi. Bu sürenin on dakika olmasına her kim karar vermişse çok iyi ayarlamış, kendisini gönülden takdir ederim.

Alarmımı iki kere daha erteledikten sonra, hayvanlığın âlemi yok diye düşündüm ve yedi buçukta yataktan çıktım. Banyoya girdim, bu yapay dünyada hala doğal bir yaratık olduğumu hatırlatan insani ihtiyaçlarımı giderdim, temizlendim, giyindim, süslendim ve 8'de otobüse bindim. 8 otobüsünün özelliği, 8’e 6 kala gelmesidir. 7.54 otobüsü demek zor olacak ki, ‘yuvarlak hesap 8 diyelim biz ona’ diye düşünülmüş. Bunu düşünüp ona ‘8 otobüsü’ ismini veren de ben değilim, ama kim düşünmüşse pratik zekâsını takdir ederim. Otobüse biner binmez hemen teknoloji harikası telefonumu çıkarıp kulaklığımı takıp müziksiz geçirdiğim her dakikanın haybeye gitmiş olduğunu düşünerek 'playlist'emi açtım ve ruh halime uygun bir 'çalma listesi' hazırladım. Hüsnü Arıkan'ın 'Nereye Uçar Turnalar?' şarkısı ile yolculuğuma başladım.

Otobüs yolculuğu ve müzikle beraber o doğal süreç başladı, ayaklarımın yerden kesildiğini ve yükseldiğimi hissettim, işte bana 'bir hal geldi' ve kendi bedenimi gördüm! Şaka, şaka! Hazır telefon elimdeyken, kırk kere baktığım fotoğraflara tekrar baktım, bazılarını yakınlaştırdım, dişlerimi sarı ya da burnumu büyük buldum. Sonra mesaj kutumu açtım sırasıyla, gelen kutusu ve gönderilenlere göz gezdirdim. Son olarak, taslaklarıma birkaç güzel söz kaydetmiştim, onları okudum. Bunların ardından rehbere baktım, hafıza durumum dikkatimi çekti, kaç ‘kartvizit’im olduğunu merak ettim; 400'lük hafızanın 332'si doluymuş. Telefonumdan da sıkıldım, dışarıyı izlemeye koyuldum. Uzaklara bakarak, hayallere daldım. Bir saatlik yolculukta nerelere gittim, kimleri gördüm, neler neler konuştum. Sonra, geldik ve indim! Böylece işkence başladı, 'Ömrümün en uzun, ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk, ömrümün en ihtiyar yolu...'nu yürüdüm ve metroya bindim. Sonra, bu yazıyı yazarken Microsoft Word programı tarafından, ‘metro’ yerine ‘yer altı treni’ni kullanabilirsiniz uyarısını alacağımı tahmin ettim! Sağa tıklayarak ‘tümceyi yoksay’dım.

Nihayet işe geldiğimde saat dokuz buçuktu. Bilgisayarımı açtım, Libya'dan haberleri okudum, iş arkadaşlarımla sohbet ettim ve işe koyuldum...

!
Tüh! Yazarken arada 'Sevgili Günlük' demeyi, bir de 'O kadar yalnızım ki, hayat çok zor, iyi ki sen varsın, annemler beni anlamıyor, Murat beni sevmiyor, Ayşe beni kıskanıyor…' demeyi unuttum. Zaten çok yoruldum sevgili günlük, o kadar çok yazdım ama daha işe yeni geldim. Bu mesai bitmez, geç oldu ben yatayım. İyi geceler sevgili günlük, yarın kalbin kadar temiz bir sayfada görüşmek üzere...

(Bir de her gün günlük yazılmaz, yazma süresi bir gün ile bir hafta arasında değişir.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder